Bella, Asher'ın arama ekranında Justin'in adını görünce şaşırdı. "Cevaplamalı mıyım?" diye sordu Asher. "Evet!" Asher aramayı hoparlöre aldı. "Bay Thompson, karım yanınızda mı?" diye sordu Justin kısık bir sesle. Bella sinirlenmişti çünkü Justin'in ona karım demesinden rahatsız olmuştu. "Bay Salvador, lütfen sözlerinize dikkat edin. Ben artık sizin ESKİ karınızım." "Anna Brown! Demek gerçekten onunlasın!" Justin'in sesi daha da derinleşti. "Başka nerede olabilirim ki? Evinizde kalıp beni kapı dışarı etmenizi mi beklemeliydim?" Ne kadar da acımasızdı! Justin'in ifadesi kasvetliydi. "Bu kadar sabırsız olma. Henüz boşanmayı sonuçlandırmadık, bu yüzden hala isimde karımsın. En azından Salvador Şirketi'nin imajını ve kendi itibarını düşünmelisin!" "Sen Rosalind'i biz hala evliyken Tideview Malikanesi'ne taşıdın ve beni boşanma evraklarını imzalamaya zorladın. Justin, benim duygularımı hiç düşündün mü?" Bella alay etti. "Ben insanlara her zaman bana davrandıkları gibi davranırım. Şirketinizin imajını neden düşüneyim ki şimdi? Sonuçta, CEO'nun karısı unvanımı sevgili Rosalind'ine verdim. Şirketin itibarı için bu kadar endişeleniyorsan git ona!" Asher kaşlarını kaldırdı ve bir yudum çay aldı. İşte gerçek Bella Thompson buydu. Evlilikleri boyunca üç yıl boyunca hiçbir şeyden şikayet etmeyen, uslu ve uysal eş, sadece Justin için yarattığı bir kişilikti. Asher kız kardeşini ne olursa olsun sevse de, onun baş belası olduğu zamanları tercih ediyordu. Neyse ki, o cesur ve korkusuz Bella geri dönmüştü. "Şimdi seninle tartışacak vaktim yok." Justin'in sesi biraz yorgun geliyordu. "Büyükbaba hastanede ve seni görmek istiyor. Seni görene kadar ilacını almayı reddediyor." Bella'nın kalbi titredi. O ve Justin yollarını ayırmış olsalar bile, Nigel Salvadorlarda kaldığı üç yıl boyunca ona iyi davranmıştı. Bella ayrıldığında her şeyden vazgeçti. Özlediği tek kişi Nigel'dı. "KS Hastanesi'nde, değil mi? Daha sonra Büyükbaba'yı görmeye gideceğim." Telefonu kapattıktan sonra Bella, ağır bir kalple derin bir iç çekti. "Bella, seni ben götüreyim," diye teklif etti Asher. "Gerek yok. Justin'i kışkırtmak için değil, Büyükbaba'yı görmeye gidiyorum. Beni sen bırakırsan, çatışma daha da yoğunlaşır." Bella çaresizlik içinde ellerini salladı. "Kendim giderim." * Hastanede Justin ve Ian, Nigel'ın koğuşunun önünde nöbet tutuyorlardı. Bella aceleyle yanlarına gitti. Justin'i birkaç gündür görmemişti ama zayıfladığını bir bakışta anlayabiliyordu. 'Kahretsin!' diye düşündü. 'Neden umursayayım ki? Zayıflaması ya da kilo alması benimle alakalı değil! Ölse bile umrumda değil!' İki adam, yüksek topuklu ayakkabılarının zemine vuruşunu duyduklarında başlarını kaldırdılar. İkisi de irkilmişti, özellikle Justin. Karşısındaki kadının üç yıl boyunca karısı olduğuna neredeyse inanamıyordu. "Bay Harris, Büyükbaba nasıl?" Bella Justin'e bakmadı bile ve sadece Ian'la konuştu. "Genç Hanım, siz misiniz?" Ian sersemlemiş bir şekilde sordu ve özellikle aptalca bir soru sordu. Karşısındaki kadın, zarif makyajıyla büyüleyiciydi. Kırmızı dudakları inanılmaz derecede seksiydi ve ince siyah takımı bacaklarını çok uzun gösteriyordu. Tam bir iş kadını gibi görünüyordu. Göğsündeki kelebek yakut broş da son derece göz kamaştırıcıydı ama parlak gözlerini gölgede bırakmıyordu. Bella, acele ettiğinden dolayı uysal Anna Brown'a özgü tipik kıyafet olan beyaz bir elbise ve spor ayakkabılara geçmeyi unuttuğunu o zaman fark etti. "Evet, ta kendisiyim. Neden bu kadar şaşırdın? Yeni görünüşümü beğenmedin mi?" "Hayır, hayır... Eskisinden çok daha güzelsiniz! Ayrıca bu şekilde giyinmiş daha özgüvenli ve enerjik görünüyorsunuz." Ian düşüncelerini dile getirdi. "Gerçekten mi? Belki de yeni boşanmış olmamdan kaynaklanıyordur." Bella sırıtarak ekledi, "Bir cehennem çukurundan çıktım ve gün ışığını tekrar gördüm, bu yüzden tabii ki daha enerjik görüneceğim." Justin'in yakışıklı yüzü bir an karardı. Hayal kırıklığına uğramıştı. "Eğer evim cehennem çukuru olduğunu düşünüyorsan, neden üç yıl benimle kaldın? Sözleşmeyi feshetmekte özgür olduğunu sana defalarca söyledim. Seni istediğim zaman Büyükbaba'yı görmeye götürebilirdim. Üç yıl hapis yatıyormuş gibi etrafta dolanmana gerek yoktu." Bella'nın kalbi acıdı. İşte Justin Salvador buydu. Kimse onu kararlarından caydıramazdı. Birini severse, ona bir hazine gibi davranırdı. Birinden hoşlanmazsa, onun için ne yaparsa yapsın onu görmezden gelirdi. Bella bu soğuk ve mesafeli adama delicesine aşık olmuştu. Bu aşkın bedeli de unutulmazdı. "Büyükbaba'ya üç yıl seninle kalacağıma söz verdim, bu yüzden sözümü tutmak istedim. Ama sonunda özgürsün Bay Salvador. Bundan sonra istediğin kadını eve getirebilirsin ve artık sevgilinle buluşmak için gizlice dışarı çıkmana gerek yok." Bella alay etti ama yine de muhteşem görünüyordu. Justin boğazının sıkıldığını hissetti. 'Neden bu kadın bu kadar iki yüzlü?' diye düşündü. 'Boşandıktan sonra pervasız olabileceğini mi sanıyordu? Ama itiraf etmeliyim ki, bu vahşi kişiliğiyle önceki uysal görünümünden çok daha dikkat çekici.' Justin'in gözleri hayranlıkla parladı. "Justin!" Bella arkasına baktığında Rosalind ve Shannon'ın aceleyle geldiğini gördü. Bella'nın orada olduğunu gören Rosalind biraz düşmanca görünüyordu ama bunu hızla sevimli bir gülümsemenin arkasına sakladı. "Neden buradasın?" diye sordu Justin şaşkınlıkla. Sözünü bitirir bitirmez Rosalind kendini kollarının arasına attı ve beline sarıldı. "Justin, neden bana bu kadar büyük bir olaydan bahsetmedin? Beni ailen olarak görmüyor musun?" "Justin, Rose'un büyükbabanın hastaneye kaldırıldığını duyduğunda ne kadar endişelendiğini görmedin. Hatta öğle yemeğinin bir kısmını kustu..." Shannon yeğenine endişeyle baktı. "Neden kustun? Her şey yolunda mı?" Justin'in gözleri endişeyle doluydu. "Rose'un her zaman mide sorunları vardı. Ne zaman korksa ya da gergin olsa midesi bulanır. Birçok doktora gitti ama hepsi ciddi bir sorun olmadığını söyledi. Ancak bunun bir tedavisi yok." Shannon iç geçirdi. "Rose'u tedavi edecek bir doktor bulacağım. Sonuç alınamazsa, onu yurt dışına bir uzmana götüreceğim." Justin'in sesi yumuşaktı. Kollarını Rosalind'in beline doladı. Bella alay etti ve mide gribi yüzünden tek başına hastaneye gittiği zamanı hatırladı. Ter içinde kalmış ve çok güçsüz ve solgun görünüyordu. Ama Justin ona sormadı bile. Görünüşe göre Justin insanlarla nasıl ilgilenileceğini biliyordu. Ama ona göre Bella onun ilgisini hak etmiyordu. Rosalind Justin'e daha da sokuldu ve Bella'ya sinsi bir gülümsemeyle baktı. 'Bir saniye bekle!' diye düşündü. 'Anna şimdi neden böyle görünüyor? Nasıl bu kadar güzelleşti? O kelebek broş, Orbia'daki en iyi mücevher tasarımcısı Alexa'nın en son eseriydi. Değeri 5 milyon dolardı! Bu fakir köylü kızı bu kadar lüks mücevherleri nasıl karşılayabilir? Bu sürtük nasıl bu kadar zengin olabilir?!' "Justin, Rose büyükbabanı görmeye sana eşlik etsin. Rose buraya gelirken bir kez ağladı çünkü çok endişeliydi." Shannon üvey oğlunu yeğeniyle birlikte olmaya teşvik etti ve onlara üç yıl boyunca bakan eski gelini tamamen görmezden geldi. Bella'nın yüzü soğuktu. Artık Justin'i umursamıyordu, Salvador ailesinin geri kalanını da umursamıyordu. O sırada koğuşun kapısı açıldı. Nigel'ın sekreteri Matt Upton dışarı çıktı. "Bay Salvador, gelininin gelip gelmediğini kontrol etmemi istedi." Rosalind bunu duyduğunda ifadesi sertleşti ve kıskançlığını gizleyemedi. "Buradayım Matt Amca." Bella endişeyle öne çıktı. Nigel için endişeleniyordu, bu yüzden Matt'in kendisi için kullandığı hitabı düzeltmeye zahmet etmedi. "Genç Hanım." Matt koğuşa doğru kibarca işaret etti. "Lütfen Genç Efendi Justin ile birlikte içeri gelin." Bella tek kelime etmeden koğuşa girdi. Justin ince dudaklarını büzdü ve onu takip etti. "Justin, beni bekle..." Rosalind takip etmek istedi ama Matt onu durdurdu. "Üzgünüm. Bay Salvador sadece torununu ve gelinini davet etti. Başka kimseyi görmeyecek. Gidebilirsiniz."