“Kazanmalarına izin veremezsin,” diye zihnimde mantramı tekrarladım; iki adam beni yere bastırırken üçüncüsü de kırbaçlıyordu. Sırtımdaki yaralar hiç iyileşmedi. Neredeyse her hafta yeni bir veya daha fazla işkence yöntemiyle tanışmadığım olmuyordu. Acıya karşı yüksek bir tolerans geliştirmiştim ve beni zapt edebilmek için Redville sürüsü, yöntemlerinde daha da yaratıcı olmaya başlamıştı.
“Ruhunu kıramayacaklar.” Daha derine baksam, ruhumun darmadağın olduğunu görürdüm – ya da ondan geriye ne kaldıysa – ama mantram ayakta kalmamı sağlıyordu. Redville kurtları beni, üzerinde yeni işkence yöntemlerini denedikleri kurbanları, yani deney fareleri olarak kullanıyorlardı.
“Güçlü olacağım.” Bu sözler, son on bir yıldır benimle yaşayan sarsılmaz bir mantra olarak zihnimde tekrarlanıyordu.
On bir yıl önce, ailem sürüye ihanet etmişti. Onlar her şeyi mahvedene kadar arkadaşlarım ve iyi bir hayatım vardı. Daha fazlasını istediler. Babam, Alfa Zavier’in konumunu istiyordu ve bunun için harekete geçti. Annem ise eşini desteklememenin ne demek olduğunu hiç öğrenmemişti; bu yüzden tüm bu süreç boyunca, sırlar, sürünün arkasından çevrilen dolaplar, Alfa’nın çevresine sızma ve ardından gelen saldırı boyunca onu destekledi. Bense, anne babası hain çıkan dokuz yaşında bir çocuktan başka bir şey değildim.
Planladıkları gibi ortalığı ateşe ve kaosa boğamadılar bile. Yakın bir arkadaşları – babamın darbe sonunda Beta’sı olacağına söz verdiği bir adam – son anda ödü patladı ve koşa koşa Alfa Zavier’e gitti. Babam ve Alfa Zavier için çifte ajanlık yaptı ama aslında tüm sadakati Alfa’ya kaymıştı. Babamın bu işi başarabileceğine inanmıyordu, bu yüzden onun sayesinde görev, tamamlanamadan başarısız oldu.
Mantram bu sefer bana yardım edemedi. Zihnimdeki o terennümler, bir şeye tutunma çaresizliği, kırılmamak için içimde bir parça güç bulma çabası, o gün beni yüzüstü bıraktı. Artık çok fazlaydı. Dünden beri katlandığım her şeyin üzerine bu da eklenince, bunca yıldır korumak için çabaladığım zihinsel bariyeri aştı.
Beni kırmışlardı.
En büyük korkumun gelip yüzüme okkalı bir tokat indirmesiydi bu. Kendimden bir parçayı korumaya, babam gibi bir ezik olarak görünmemek için bir parça güce tutunmaya çalıştım ama bu kanımda vardı. Başaramazdım. Yaptığım her şey yanlış olmak zorundaydı. Elimi attığım her şey başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
Gerçek buydu.
On bir yıldır kaçtığım bir gerçek. Şimdi ise kucak açtığım bir gerçek. On bir yıldır düzelmediyse, şimdi de düzelmeyecekti. Asla daha iyi bir hayatım olmayacaktı. Kazanmalarına izin verecektim. Güçlü olamazdım ve onlar ben daha oyuna bile katılmadan kazanmışlardı.
“Bu kadar yeter,” diye seslendi Alfa Zavier. Birbiri ardına inen kırbaç sesleri kesildi. O an anlaşıldı ki odayı dolduran sesler onlar değildi. Hayır, onlar benim çığlıklarım, yalvarışlarım ve özürlerimdi; çünkü zihnimde güçlü olmaya çalışırken, gerçekte güçlü olmayı başaramamıştım.
Her gün dayak yiyen kim ağlamazdı ki? Kim benim kadar dayanabilirdi? Gücümü tüketmiştim. Ağlayacak, yalvaracak ve kendime acıyacaktım, her ne kadar bunu yapmamaya çalışsam da. Skylar benden ayaklarını öpmemi istediğinde, yüzüstü kapanır, ayaklarını yalayarak ıslatırdım. Lucian benden kıyafetlerimi çıkarmamı istediğinde, bir dakika içinde yırtıp atardım.
Direnmenin ne faydası vardı? Ruhumu korumanın bunca zaman bana ne faydası olmuştu? Beni kırmışlardı. Onlar kazanmıştı. Artık umursayacak halim kalmamıştı.
Beni soğuk hücre odasında, içime kapanmış bir halde bıraktılar. Sırtımdaki acı beni ısıtıyordu. Yaralarımdan sızan kan giysilerime işliyordu. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeyi kesmedi. Burnum, çeneme kadar akan sümüklerle tıkanmıştı.
Gözlerimi kapadım, her şeyin durmasını diledim. Bir keresinde kaçmaya çalışmıştım ve beni bulduklarında maruz kaldığım işkence, özgürlüğe dair hissettiğim o ilk heyecana değmemişti.
Cehennemin kendisi bile bu sürüden daha iyi olmalıydı. Şeytan, Alfa Zavier’den daha nazik olmalıydı. Benden nefret ediyordu. Ah Tanrıçam, benden nasıl da nefret ediyordu.
Babamın günahlarının bana yansımaması için ona fazla benziyordum. Sanırım bana baktığında, onun dünyasını çalan kişiyi – eşini öldüren kişiyi – görüyordu.
‘Keşke babanı öldürmeseydim,’ demişti bir keresinde bana. ‘Sana yapacaklarımı görmesi için onu hayatta tutmalıydım. Sana yapabileceğimden çok daha fazlasını ona yapmak için.’ Nefret, bana karşı hissettiklerini tarif etmeye yetmezdi. Benden tiksiniyor, beni buraya demirlemişti; yürüdüğüm toprağa tükürüyor ve soluduğum havadan nefret ediyordu.
Yaklaşan adım sesleri soğuk terler dökmeme neden oldu. Alfa’nın beni tuttuğu zindan hücresinin anahtarı tıkırdadığında gözlerimi kapadım, kolumdan aşağı bir ürperti yayıldı ve tüylerim diken diken oldu.
Bu kadar erken mi döndü?
Bu sefer beni öldürecekti ve ben bu noktada ölümü kollarımı açarak karşılardım.
“Tanrıça aşkına, burası leş gibi kokuyor.” Lucien’in sesini duyunca daha da donakaldım. Ölümü kollarımı açarak karşılardım ama o, ölümü bile daha acı verici kılardı.
İnanması ne kadar zor olsa da Lucien benim arkadaşımdı. Çocukken ve hatta sürü beni dışladıktan sonra bile. Her şey birkaç yıl önce, keşke hiç yaşanmasaydı dediğim talihsiz bir olayla değişti.
“Sesini alçalt. Uyuyor olabilir.” Onun ardından Celeste’nin sesini duyunca midemdeki düğümlerden birkaçı çözüldü. Sırtımdaki ve yanlarımdaki acı, kaslarımın her küçük seğirmesiyle şiddetlenirken hareket etmeye cesaret edemedim.
“Ona ne yapmışlar?” Lucien’in sesinde duyduğum acıma mıydı? Olamazdı. Bu adam sırf benimle aynı odada bulunarak hayatımı daha da kötüleştiriyordu.
Skylar, onun benimle aynı odada ve kendisi olmadan bulunduğumuzu öğrense kellemi alırdı. Bu sürüden maruz kaldığım ve Alfa’dan gelmeyen lanetlerin yarısı ondan ya da çetesinden geliyordu.
Ondan nefret ediyordum.
Alfa’dan bile daha çok. O benim arkadaşımdı. Kendimi onun beni sevdiğine inandırmıştım ama ihaneti canımı yakmıştı.
“Seni çıkaracağız, Aysel.” Celeste’nin yüzüme dokunmasıyla irkildim. Bu halde herkes, en iyi arkadaşım bile düşmanım gibi geliyordu.
“Yarasını azdırmadan onu nasıl kaldıracağız?” diye Lucien’e sorduğunu duydum.
Nereden bilecekti ki? Neden umursasın ki?
“Ben taşıyacağım.” Zayıf düşmüş halimle, acının bulandırdığı ve hezeyanlar içindeki zihnimin derinliklerinden, onun bana dokunmasından iyi bir şey çıkmayacağını biliyordum. Ellerinin üzerimde olmasını istemiyordum. Yanımda olmasını istemiyordum. Benimle aynı hücrede olmasını bile istemiyordum!
“Dikkatli olman gerekecek.” Celeste bir adım geri çekildi. Tüm hareketleri uzak bir diyardan, onlarla birlikte yaşamadığım bir diyardan kaydediliyordu.
“Ne yapmış olabilir ki?” diye fısıldadı. Bana çok yaklaşmıştı. Elini uzattığını ama ben şiddetle titremeye başlayınca duraksadığını hissettim. Kaçacak gücüm yoktu ama bana dokunmasını istemiyordum.
“Sana yaptığının aynısını. Daha dün Bethel onu kemerle döverken sen onu tutuyordun.” Celeste, onun sesindeki yumuşaklıktan etkilenmiş gibi görünmüyordu.
“O-o başka. Ona sadece altı vuruş yapmıştık.” Altı mı? Yirmi ile yüz arası bir şey gibi hissetmiştim. Altı mı!?
“İster altı olsun ister altmış, sen de bu işin bir parçası oldun. Ona sadece sana şantaj yaptığım için yardım ediyorsun, o yüzden sakın burada bir azizmişsin gibi davranmaya kalkma!” Keskin sesi kulak zarımı deldi. “Hepiniz iğrençsiniz. Sen, aptal kız arkadaşın ve aptal en iyi arkadaşın. Hepinizden nefret ediyorum!”
“Sky’ı bu işin dışında tut. Onun neler çektiğini bilmiyorsun.” Hücremde kavga etmelerini istemiyordum. Zaten yeterince derdim vardı, bir de yine benim suçum yapacakları gürültülü kardeş kavgası eklenemezdi.
“Kahretsin seni de Sky'ı da. Seni kullanıyor ama sen göremeyecek kadar körsün.”
“O beni seviyor.”
“Sen sadece onun vitrinlik sevgilisisin. Seni zerre kadar umursamıyor ama bu senin sorunun. Ben arkadaşım için buradayım. Alfa Zavier dönmeden onu çıkaralım.” Celeste elini tekrar saçlarımda gezdirdi ve yukarı çekildiğimi hissettim. Sayısız açık yaradan derime acı saplanınca nefesim kesildi.
“Çok özür dilerim,” diye fısıldayıp durdu, ta ki bir şekilde beni Lucien’in sırtına bindirene kadar. Hâlâ titriyordum, sarsıntılarıma şimdi yumuşak iniltiler de eşlik ediyordu. Lucien’in elleri uyluklarımda kenetlenmiş olmasına rağmen beni düşüreceğinden korktuğum için ellerimi boynuna daha sıkı doladım. Bu, onun zalim şakalarından bir diğeri olabilirdi.
“Seni eve götüreceğiz.”
















