MICHAEL
Aklımdan geçenleri pat diye söyledim ve şimdi pişmanım. Alison'a, randevumuza erkek kardeşinin de katılmasını istediğimi söyledim.
Onun yanındayken doğru düzgün düşünebildiğim bile yoktu. Birkaç saat takıldık ve neredeyse hiç konuşmadık. Bütün bir akşamı onunla geçirmek neden aklıma yattı ki?
Belki de iyi bir fikirdi. Çok kuruntu yapıyorum galiba. Belki de onunla daha fazla vakit geçirince bu telaşım geçer. Aslına bakarsan, telaşlanacak ne var ortada? Hiçbir fikrim yok.
Alison'la akşam yemeği için bir et lokantasında buluşmaya karar verdik. Önce yemek yiyecek, sonra da yerel bir bara gidip içki içip bilardo oynayacaktık.
"Şey... bunların hepsini yapmak zorunda mıyız? Sadece yemek yiyip sinemaya gitsek olmaz mı?" diye sordum Alison'a.
Alison, "Saçmalama, filmde konuşamayız ki, o zaman birlikte vakit geçirmenin ne anlamı kalır," dedi tersleyerek.
Zaten benim de istediğim buydu. Yoksa saçma sapan bir şeyler söyleyecek, Jacob da beni tam bir ezik zannedecekti. Ne kadar az konuşursak o kadar iyi. En azından konuşmaktan kaçınmak istediğimde ağzımı yemekle tıkayabilirim.
Saat sekizde restorana vardık, bir köşe kapıp onları beklemeye başladık.
Alison, "Jacob her zamanki gibi geç kaldı," dedi. "Acaba yanında kim var?"
Ben de merak ediyordum. Nasıl bir tipten hoşlanıyordu acaba? Merakımı zor zapt ediyordum. Bir şeyler içmek ve atıştırmak için sipariş verdim ve sabırsızlıkla beklemeye koyuldum.
Alison bir şeyler anlatıyordu, ben de ona odaklanmaya çalıştım ama gözlerim sürekli kapıya takılıyordu. Jacob ve arkadaşı her an içeri girebilirlerdi.
Sonra onu gördüm. Üzerinde mavi kot pantolon ve kaslarını belli eden dar, siyah bir tişört vardı. Yanında ise yirmili yaşlarının başlarında, sanki GQ dergisinden fırlamış gibi duran bir adam vardı. Harika, işte bir tane daha benden yakışıklı.
Jacob, "Beklettiğim için kusura bakmayın. Francis ufak bir kriz geçirdi," dedi.
Alison, "Ne kriziymiş o?" diye sordu.
Jacob umursamaz bir tavırla, "Dudaklarını benimkilerden ayıramadı," diye cevapladı.
Alison iğrenerek, "Iyy, Jacob! Detayları geçelim," dedi ve kıkırdadı.
"Evet, daha tanışmadan kaçırmayalım adamları. Sen Alison olmalısın, Jacob'ın kız kardeşi. Ben de Francis," dedi Jacob'ın arkadaşı Alison'a gülümseyerek, sonra da bana döndü. "Sen de Michael olmalısın." Elini uzattı, ben de sıktım.
"Tanıştığıma memnun oldum," dedim kibarca ama midem sanki düğümleniyordu. Bu adamda hoşlanmadığım bir şeyler vardı. Belki de bana bakış şekliydi. Kendinden emin, ukala bir ifade vardı yüzünde. Ya da belki de o sahte gülümsemesiydi.
Jacob tam karşıma oturdu ve gamzelerini göstererek gülümsedi. Kalbim yine hızlanmaya başladı. İşte yine başlıyoruz. Yok yere geriliyorum. İçkimden büyük bir yudum aldım ve sakinleşmeye çalıştım.
Jacob sırıtarak, "Ne kadar susamışsın öyle," dedi.
"Şey... evet. Sipariş versek mi?" diye sordum yapmacık bir şekilde gülerek ve garsonu çağırdım.
Alison, "Francis, Jacob tıp öğrencisi olduğunu söyledi," dedi.
Francis, "Doğru. Ama henüz birinci sınıftayım," diye cevapladı. "İhtisas yapacağım günü iple çekiyorum. Çocuk doktoru olmayı planlıyorum."
Alison neşeyle, "Aaa, ne güzel. Çocukları çok seviyor olmalısın," dedi.
Francis kahkaha attı. "Evet, kesinlikle. Çocukları severim."
Jacob bana baktı. "Peki sen, Michael? Çocukları sever misin?" Sinsi bir şekilde gülümsedi.
"E... evet," dedim beceriksizce ve Alison'a baktım. "Ben... tuvalete gitmem gerek," diyerek ayağa kalktım ve masadan uzaklaştım.
Garsonlardan birine tuvaletin nerede olduğunu sordum, o da eliyle gösterdi. İçeri girdim ve musluğu açtım.
Kulaklarım ve boynum yanıyordu. Hasta mı oluyorum yoksa, diye düşündüm. Aman Tanrım, umarım hasta olmamışımdır. Üniversitede bahar tatilindeydim ve bütün tatili yatakta geçirmek çok kötü olurdu.
Kapının açıldığını duydum ve Jacob içeri girdi. Dikkatle bana baktı ve arkamda durdu.
"İyi misin, dostum?" diye sordu.
Bana bu kadar yakın olması tüylerimi diken diken etti. Sıcak nefesini ensemde hissedebiliyordum.
"Evet, iyiyim," dedim ve derin bir nefes aldım.
Elini omzuma koydu. "Hiç iyi görünmüyorsun. Boynun kıpkırmızı olmuş. Belki de bu geceyi bitirmeliyiz."
Onunla vakit geçirme fırsatını kaçırmak...
Bu düşünce beni kahretti.
"Hayır, hayır. Önemli bir şey değil. İyiyim, gerçekten. Merak ettiğin için teşekkür ederim," dedim ve iyi olduğumu göstermek için kıkırdadım.
Jacob kaşlarını çattı ve bir an inanıp inanmamakta kararsız kalmış gibi bana baktı, sonra başını salladı. "Peki, sen öyle diyorsan. Belki de sadece açsındır." Kolunu omzuma attı ve beni kendine çekti. "Hadi sana bir şeyler atıştıralım," dedi gülerek ve diğer eliyle karnımı okşadı.
Vücutlarımızın bu kadar yakın olması dayanılmazdı. Nefes alamıyormuş gibi hissediyordum ama ondan uzaklaşmasını istemiyordum. Ya kaba olduğumu düşünürse? Her neyse, eminim geçecektir.
Jacob haklıydı. Yemek yedikten sonra kendimi daha iyi hissediyordum. Muhtemelen kan şekerim düşmüştü ya da bir şey olmuştu.
Jacob, "Hadi buradan gidelim. Francis'le ilk buluştuğumuz bara gidiyoruz. Bilardo masaları ve canlı müzik var, oldukça güzel bir yer," dedi.
Alison, "Bana uyar. Sen de hazır mısın, Michael?" diye sordu.
"Evet. Ama şimdiden uyarayım, bilardoda berbatımdır," dedim.
Jacob masanın üzerinden omzuma hafifçe vurdu. "Şanslısın. Ben bilardoda profesyonelim, o yüzden yanımda takıl, Çaylak. Sana inceliklerini öğreteceğim." Dostça bir şekilde gülümsedi.
"Dört gözle bekliyorum," dedim ve keskin bir nefes verdim.
















