Fay bir psikolog ve hastası en acımasız mafya babası. Hapiste. Ve Fay'in eski sevgilisinin babası?! Bir gün, Fay'i parmaklıklar arasına sıkıştırdı ve gömleğinin düğmelerini açtı. Fay onu itmeye çalıştı ama sırılsıklamdı. O: "Biliyorsun doktor, bunu ilk tanıştığımız gün yapmak istemiştim."

İlk Bölüm

Hayalimdeki sevgili, hemen yatağa atma derdinde olmayan, edebiyatı ve kitapları seven, kibar bir adam. Ablam 21. yüzyılda böyle adamların neslinin tükendiğini söylüyor. Beni sürekli böyle entel fanteziler kurmakla suçluyor ve bu yüzden hâlâ bakire olduğumu düşünüyor. Yani, neden acele edeyim ki? Daha önce hiç âşık olmadım. Sadece daha samimi, daha özel bir anı bekliyorum. Ama Daniel hayatıma girdiğinden beri bir peri masalı yaşıyorum. Bir kitapçıda ilk görüşte birbirimize âşık olduktan sonra birkaç aydır çıkıyoruz. Düşünceli, ilgili ve iyi bir dinleyici; ki bu genellikle benim üstlendiğim bir roldür, ne de olsa uzmanlık alanım psikolojik danışmanlık. Beni ilişkimizde hızlı adımlar atmaya zorlamıyor, bu da onu diğer erkeklerden ayırıp benim kendi tempoma mükemmel bir şekilde uyum sağlamasına neden oluyor. Bugün, ilk tanıştığımız kitapçıda, kapuçinomdan bir yudum alırken erkek arkadaşımın uzun, ince yapılı vücuduna, yeşil gözlerinin önüne düşen kestane rengi kıvırcık saçlarına bakıyorum. Daniel her zaman çok şık giyinir; bugün de üzerinde jilet gibi ütülenmiş gri bir pantolon ve bileğinde parlayan gümüş bir saat var. Bir dakika, diye düşünüyorum gözlerimi kısarak daha yakından bakarken. Saatin camının altındakiler pırlanta mı? Erkek arkadaşımın neden pırlanta bir saati olduğunu merak ederek dudağımı ısırıyorum. Yani, ben sadece beş parasız bir yüksek lisans öğrencisiyim – yoksa o zengin mi? Daniel’ın omzunun üzerinden bir hareketlilik oluyor ve baktığımda gözlerim faltaşı gibi açılıyor. “Daniel, orada… bir adam var. Ve dosdoğru bize bakıyor.” Daniel dönüp bir seksenin üzerinde, kas yığını gibi görünen iri yarı adama doğrudan bakıyor. Profesyonel takım elbisesi, adamın ellerinin kabalığını, yüzünü çaprazlama kesen ve burnunu neredeyse ikiye ayıran o zalim yara izini gizlemeye yetmiyor. “Ah, şey,” diyor Daniel omuz silkerek. “Onu dert etme.” “Onu dert etme mi!?” diye fısıldıyorum biraz korkarak. “Daniel, tam bize bakıyor–“ “Hayır, yani, o benimle,” diyor Daniel, ben şok içinde ağzım bir karış açık kalırken özür diler gibi bir gülümsemeyle. “O Parker, o… şey. Benim korumam gibi bir şey.” “Ah,” diyorum, ağzımı kapatıp garip bir ‘O’ şekline sokarak. Daniel'a bakakalıyorum. Korumaya mı ihtiyacı var? Ne kadar zengin olabilir ki? “Evet, onu görmezden gel yeter,” diyor Daniel, bana soğukkanlı bir gülümseme sunarak. “Babam biraz aşırı korumacıdır,” derken gözlerini deviriyor. “Dürüst olmak gerekirse, güvenlik konusunda o kadar stresli ki, ona danışmanlık verecek senin gibi bir psikoloğa gerçekten ihtiyacı var.” Daniel bu dediğine gülerek ortamı yumuşatıyor. “Ne zaman isterse,” diye mırıldanıyorum, Daniel’ın zenginliği ile benim kilise faresi durumum arasındaki uyumsuzluktan endişe ederek uzun kızıl saçlarımla gergin bir şekilde oynuyorum. Daha önce hiç koruması olan biriyle tanışmamıştım. “Size başka bir şey getirebilir miyim?” Hem Daniel hem de ben, bize gülümseyerek bakan, beline bir önlük bağlamış gerçekten yakışıklı sarışın baristaya bakıyoruz. “Hayır teşekkürler, Colin,” diyorum ona kocaman bir sırıtışla. “Aslında, ikimize de birer tane daha alabilir miyiz?” diyor Daniel, Colin'e yavaşça gülümseyerek. “Ah, aslında…” diyorum saate bakıp saçlarımı kulaklarımın arkasına atarak. Eğer şimdi çıkmazsam, devlet hapishanesindeki psikolojik değerlendirme işime kesinlikle geç kalacağım. “O zaman o kahvesini karton bardakta alsın,” diyor Daniel kanepemizden kalkarak. “Dur, sana yardım edeyim.” Colin'i takip ederek kahve tezgâhına geri dönüyor. Bir sonraki troleybüsü yakalamak niyetiyle çantamı toplamaya başlıyorum ki Daniel’ın telefonunun masanın üzerinde titreştiğini, bir arama geldiğini fark ediyorum. Numara kaybolduğunda, Daniel'ın ana ekranında bir aile fotoğrafı beliriyor. Arkadaki uzun boylu adam kesinlikle babası, diğeri belki de ağabeyi? Bunun ne anlama geldiğini çözmeye çalışırken telefon tekrar çalıyor – aynı numara. İçimden gelen bir dürtüyle Daniel’ın telefonunu kapıyorum ve topladığım çantamı omzuma atarak kahve tezgâhına doğru yürüyorum. “Daniel,” diyorum tezgâhın arkasına süzülürken, “telefonun çalıyor–“ Ama burada kimse yok. Etrafa şaşkınlıkla bakınıyorum – az önce Colin ve Daniel'ın bu tarafa geldiğini kesinlikle görmüştüm… Depodan bir ses duyuyorum; garip, boğuk bir gümbürtü ve bir inilti. İki adım öne çıkıp kapı aralığından gizlice bakıyorum, belki ikisi de– Aman Tanrım. Benden bir metre bile uzakta olmayan bir mesafede, erkek arkadaşım Colin'i depolama odasının duvarına bastırıyor, bir yumruğu gömleğinin kumaşına dolanmış halde – onu tutkuyla öpüyor– Colin’in gözleri kapalı, elleri beceriksizce Daniel’ın pantolonunun düğmesiyle uğraşıyor, kemeri çoktan çözülmüş ve fısıldayarak onun adını söylüyor – benim erkek arkadaşımın adını – “Benimle dalga mı geçiyorsun!?” diye bağırıyorum, düşünmeden telefonu Daniel ve sevgilisine doğru fırlatarak. İkisi de yerinden sıçrayıp birbirinden ayrılıyor. “Fay – Ben –“ Daniel’ın yüzü şokla dolu. Gözlerimden yaşlar boşanırken odadan ve kahve dükkânından koşarak kaçıyorum. “Fay!” Daniel arkamdan sokağa fırlıyor. “Anlamıyorsun!” Kolumu yakalayıp beni kendine doğru çekiyor. “Senden gerçekten hoşlanıyorum,” diyor gözleri özürle dolu bir şekilde. “Sen harikasın – sadece ailem bunu anlamaz, onaylamazdı–“ “Yani neymiş,” diye sordum şaşkınlıkla. “Sadece senin sahte sevgilin olmamı mı istiyorsun!? Üzgünüm,” diyerek kolumu elinden kurtarıyorum. “İlgilenmiyorum.” Ben kaçarken arkamdan, “Lütfen, Fay!” diye sesleniyor Daniel. “Lütfen – bunu telafi edebilirim! Ne kadar istersin? Bir milyon mu? Üç milyon mu? Yapabilirim–” Cebinden çek defterini çıkardığını görüyorum. "Paranı istemiyorum!" diyorum alaycı bir sesle. Daniel gözlerini kırpıştırınca arkamı dönüyorum. "Sırrını saklarım, bana sus payı vermene gerek yok. Sadece seni bir daha görmek istemiyorum." Ve işte böylece, Yakışıklı Prens’imle olan peri masalım sona ermişti. Öfkeli gözyaşları gözlerime dolarken caddede hızla ilerliyorum. İki saat sonra, beton bloklardan bir hücredeki plastik bir masada oturuyorum, gözyaşlarım kurumuş ve saçlarımı, umarım profesyonel görünen bir şekilde, arkada toplamışım. Bacağım sinirden titriyor ve sanırım biraz da artçı şokun etkisiyle. Daniel’ın bana yaptığına hâlâ inanamıyorum. Ama koltuğumda dikleşip derin bir nefes alıyorum. Şimdi işime konsantre olmalıyım ve sıradaki görevim konusunda inanılmaz derecede gerginim. Şu ana kadar bana sadece basit beyaz yakalı suçlular verilmişti, ama bugün şehrimizin Mafya Kralı olarak bilinen Kent Lippert hakkında bir değerlendirme yapmam gerekiyor. Eşsiz zalimliği ve gücünü korumak için göze aldığı inanılmaz şeyler bu şehirde kötü bir şöhrete sahipti. Koridor kapısının gürültüyle açıldığını duyuyor ve sandalyemden kalkarak ceketimi düzeltmek için ellerimi üzerine bastırıyorum. Bu işe başladığımdan beri hiç bu kadar gergin olmamıştım. Gardiyanlar Lippert'ı köşeden döndürerek getiriyorlar ve ben şaşırıyorum – Lippert'ın şişman, yaşlı, kel bir adam olmasını bekliyordum – şehrimizin yeraltı dünyasına ait o pespaye serserilerden biri. Ama bu adam zayıf ve uzun boyluydu, tehlikeli bir zarafetle hareket ediyordu. Gözlerim, üniformasının kumaşının altındaki omuzlarının hareketini, gardiyanların, ellerindeki kelepçeleri çözerken nasıl biraz sindiklerini takip ediyor. Gözlerim nihayet Lippert'ın yüzüne takıldığında nefesim kesiliyor, ağzım kuruyor. Alnına dökülen koyu renk saçları, köşeli çenesi, yeşil gözlerinin üzerine kazınmış derin kaş çatma çizgileri – aman Tanrım. Bu adamı daha önce görmüştüm. Bugün görmüştüm, erkek arkadaşımın telefonundaki bir fotoğrafta – Ve yine, daha genç bir haliyle, erkek arkadaşımın kendi yüz hatlarına kazınmış olarak. Daniel sadece zengin bir çocuk değilmiş. O, Mafya Kralı'nın oğluymuş.

Daha fazla harika içerik keşfedin